Türkiye’de Futbol Nedir Diyoruz



     Futbolda kültür, özellikle Türkiye’deki futbol seyircisinin bu oyunu izleme kültürünü göz atmak önceden kültürü tanımlamak konuya olan bakış açısının netleşmesine de fayda sağlayacaktır. Tabii bu noktada herkesi tatmin edecek ve yeteri kadar başarılı bir genel kültür tanımı olmadığı için Türk Dil Kurumunca yayınlanan Toplumbilim Terimleri sözlüğünde yapılan kültür tanımını kendimize baz alalım; “Tarihsel toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, kullanmada, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümü.” 
     Sporun tarihi ise insanın doğa koşulları ile tanışarak ona uyum sağlaması ve doğada egemen olmaya başlaması ve kendini korumak için tek araç olan vücudunu ve adelelerini geliştirmesiyle başlar. Başlangıçta sporun insanların fazla enerjilerini boşaltmak, sağlıklarını ve güzelliklerini geliştirip korumak, boş zamanlarını değerlendirmek, barışa katkıda bulunmak ve ticari yararlar sağlamak için yapılmadığı kesindir. Maalesef spor tarihi olarak adlandırılan dönemden kalan kanıtların hemen hepsi savaşlarla ilgilidir.
     Futbol oyununun tarihi İsa’dan önce iki binyıla dek uzanıyor. Bu oyunun icadı efsanelerde “Sarı Kral” olarak adı geçen Huang Di’ye atfediliyor. Hepimiz oyunun İngiltere’de temellerinin atıldığını ve sonra Brezilya’da başka bir boyuta taşındığını düşünüyor olsak bile. Oyuna o zamanlarda Xu-Qiu deniyormuş. Zu (ayakla vurmak) ile qui (top) kelime-işaretlerinin bileşiminden oluşan bu kelime bugün oynanan futbolun öncüsü olarak kabul edilebilir. İsa’dan önce 621 ile İsa’dan sonra 618 yılları arasında bu oyun Çin’de çok sevilmiş, ama ondan sonra tamamen unutulmuştur. Söylemeden edemeyeceğim ama Çinlilerin buna şu anda oldukça pişman olduğunu düşünmek pek de yanlış sayılmaz. Ayrıca topa vurarak oynanan benzeri oyunlar antik Yunan’da, Romalılarda ve Japonlarda da karşımıza çıkar.
     Futbolun Türkiye’ye girişine de kısaca değinmek faydalı olacaktır. Özellikle bir topun peşinde 300 kişinin koştuğunu düşünürsek.
     1900’lü yılların başına geldiğimizde Türkiye bulunduğu siyasi ekonomik ve sosyal durum itibariyle futbolla tanışmaya pek de müsait sayılmazdı. Hal böyleyken Mektebi Sultaniyi Şahane (Galatasaray Lisesi) bahçesinde ayak topu adıyla kuralsız bir biçimde, sadece kalelerin şu anki futbolu yansıtarak 300 kişiyle oynanan bir oyunu yadırgamak mümkün değil. Maalesef bu dönemde yabancılar bu oynama hakkına sahipken bu ülkede yaşayan insanlar onları izleme hakkına bile sahip değildi. İzmir’de büyük iddiaların döndüğü takımlar, İstanbul’da Kadıköy kulübü İngilizlerin kendi sporlarını bu coğrafyaya da taşıdıklarının ilk izleridir. 
     Peki günümüzde, özellikle son 20 yıldır makineleşen ve para haricinde tek başına anılamayan bu konuma nasıl geldi futbol? Bu konuyla ilgili de uzun araştırmalar yapılabilir tabii. Ama tüm tarih boyunca bu değişimler sürecinde belki de çok az değişen birkaç husustan oldular; taraftar ve taraftarlık.
     Bu noktadan sonra Türkiye’de futbol kültürü altında değerlendireceğimiz maç izleme kültürüne odaklanacağız. İstanbul’dan çıkıp tüm Türkiye’yi etkisi altına alan 3 büyükler, İzmir’in hayran gözlerle ve yüreklerle izlenen 3 büyükleri, başkentin aynı stattaki çılgın ve efendi çocuklarına göz atacağız.
     Galatasaray.. Türkiye’de futbolun öncüsü liseye sahip, tarihi boyunca Türkiye’de futbolun gelişmesi için büyük katkılar sağlayan bir futbol ekibi. Taraftarı ise incelemek için gerçekten ilginç bir profilde. Bulunduğumuz 2014 yılı itibariyle maç izleme konusunda bazı sıkıntıları var. Onların maç izleme kültüründe Nevizade’de toplanmak, Ali Sami Yen Stadı’na yürümek, köfte yemek ve muhabbet etmek varken şimdi yeni yapılan Türk Telekom Arena’dan dolayı bu anlamdaki kültürlerinden taviz vermek zorunda kaldılar ne yazık ki. Nevizade onların kültürü için çok başka anlamlara sahip. Adına şarkılar, marşlar yazılan; liseye olan yakınlığı ile de maçları takip açısından kutsal sayılan bir bölge Taksim Nevizade. Fakat ne kadar büyük bir takım da olsa Galatasaray da Fenerbahçe gibi maç izleme kültürü konusunda çok zengin kültürlere sahip sayılmaz Beşiktaş ve bazı Anadolu takımlarını düşündüğümüzde. Galatasaray’ın zamanında elde ettiği başarılardan olsa gerek şu anda özellikle orta yaş taraftar grubu maçları izlemek konusunda eskisi kadar istekli ve heyecanlı sayılmazlar. Önemli ve kolay görülemeyecek başarılın yaşanması Galatasaray taraftarının maç izleme kültürünü beklenenin aksine olumsuz etkiledi diyebiliriz.
     Bununla birlikte Galatasaray’ın etki ve üye sayısı baz alındığında en büyük taraftar grubu olan Ultraslan’a da değinmek gerekir. 2001 yılında Galatasaray taraftarlarının meydana getirdiği, kurucusu Alpaslan Dikmen olan bir oluşumdur. Oluşum kulüpten tamamen bağımsızdır. Organizasyonlarını ve koreografilerini kendisi gerçekleştirir. Grup ilk gösterisini "Only You" koreografisi ile 14 Şubat 2001 Sevgililer gününde, Ali Sami Yen Stadyumu'nda, Galatasaray-Deportivo La Coruña maçında yapmıştır. Anlamlı özel günlerde taraftarlar sadece maç izlemek için statta bulunmuyor. Maç izleme kültürünün önemli parçalarından biri olarak sosyal olaylara ve önemli olaylara atıfta bulunmak, özel bir şeyler hazırlamak ve sergilemek tribün kültürü haline gelmiş bulunmakta. Galatasaray takımı da taraftarları bazında bu süreçte önemli bir yer tutuyor Türkiye’de.
     Gelelim Fenerbahçe’ye. Galatasaray’la beraber son yılların en başarılı, en gözde ve birçok anlamda en büyük kulübü. Kadıköy Şükrü Saraçoğlu Stadı taraftarın çok uzun yıllardır mabedi niteliğinde. Kadıköy’ün konumu ve stadın mükemmel bir alanda olması Fenerbahçe taraftarının maçlarda oluşturduğu kültüre oldukça katkıda bulunuyor. Başka şehirlerden gelen taraftarların, İstanbul’da yaşayanların maç öncesi Boğa Heykeli’nde buluşması, Yoğurtçu Parkı’na gidip Lefter ve Alex’i ziyaret etmesi maç öncesi ritüellerden. Stat çevresindeki köfteciler dünyanın hemen her yerinde var olan yemek-futbol ikilisinin en önemli yanı. Daha maç başlamadan bu coğrafyanın etkisiyle büyük bir heyecan yaşayan taraftarlar için maç öncesi marşlar ve şarkılar da oldukça önemli. Stada girmeyen/giremeyen taraftarlar bu atmosferden dolayıdır ki stadın etrafındaki bar/kafelerde izliyorlar maçı. Nevizade kadar bir ünü yok bu alanın, ya da Beşiktaş çarşısı kadar. Ama Fenerbahçe’nin bu anlamda fark yaratabileceği konu tüm semtin sarı lacivertli renklere gönül vermesi ve Kadıköy’ün neredeyse tamamen Fenerbahçe olması.
     Takımın şu anda en aktif ve üye sayısı bakımından zengin taraftar oluşumu Genç Fenerbahçeliler. “Her zaman her yere gider, ne yağmur ne çamur dinler, severse gönülden sever bu alemde Genç Fenerliler!” mottosuyla hareket eden grup son yıllar düşünüldüğünde eski gücünü neredeyse tamamen yitirmiştir.
     Beşiktaş ve kültürün en farklı, en ateşli, en karşı yaşandığı bölge Beşiktaş Çarşı. Galatasaray ve Fenerbahçe kadar taraftarı olmasa da, sportif başarıları bu iki kulüp kadar olmasa da Beşiktaş’ın övüneceği en önemli şey taraftarları ve futbol kültürlerinin çok zengin oluşudur. Çarşı’ya grup olarak değinmeden önce bazı temel ritüellerden bahsedelim. Avrupa yakasının belki de en güzel semtidir Beşiktaş. İskelenin karşısında bulunan Beşiktaş çarşısı Beşiktaş maçları öncesi toplanma, kafa dağıtma, marşlar söyleme yeridir. Tabii maça bileti olmayanlar da burada kalıp burada izlerler maçı. Maç öncesi hemen herkes toplandıkları çarşıdan Dolmabahçe’ye doğru yürümeye koyulur. Marşlar, şarkılar ve maçın önemine göre şekillenen farklı aktivitelerle yürünen keyifli bir yol burası. Dünyanın konum olarak en güzel yerlerinden birinde olan İnönü Stadı’na gelindiğinde de hemen içeri girilmiyor. Saray ve boğaz eşliğinde burada da biraz vakit geçiriyor Beşiktaş taraftarı.
    Türkiye’nin en etkili ve farklı sivil toplum kuruluşu havasında bir taraftar topluluğu Çarşı. “Çarşı her şeye karşı” ve “Evdeki hesap Çarşı’ya uymaz” sloganlarıyla bilinen Çarşı diğer taraftarlardan ya da taraftar gruplarından ilginç bir bileşen olmasıyla ayrılmakta, maçlarda takındığı tavırlar, açtığı pankartlar, dile getirdiği tezahüratlarla farklı bir taraftar profili çizmektedir. 1980'lerin ortalarından itibaren belirginlik kazanan, 1990'lardan sonra iyice bilinir hale gelen grup, aslında homojen bir yapıdan oluşmamakta ya da belli başlı üyelerden ibaret sayılmamaktadır. Farklı sosyal tabakalardan, kültürel çevrelerden ve etnik kimliklerden, farklı ve hatta çatışan politik ve ideolojik alanlardan insanlar Çarşı Grubu adı altında toplanmaktadır. Bununla birlikte genel olarak muhalif bir görünüm ve söylem Çarşı Grubunun özelliği olarak işaret edilebilir.
     En zengin futbol kültürüne sahip oluşum Çarşı. Onlar sadece futbol maçı izleyip tezahurat etmiyorlar. Bu anlamda dünyada da büyük fark yaratıyorlar. Irkçılığa, nükleere, polis şiddetine karşı çıkışları; depremzedelere, sokak çocuklarına ve yardıma muhtaçlara yardım etmesi onların kültürlerinin en önemli özelliklerinden. Trafik kodu 65 olan Van için 20 Kasım 2011 tarihindeki Beşiktaş-Galatasaray maçının 65. dakikasında üstlerini çıkararak soğukla mücadele eden depremzedelerin durumuna dikkat çeken Çarşı maç izleme kültürüne bu olayları mükemmel bir şekilde enjekte etmiştir. Özellikle son yıllarda başka takımları tutan taraftarların bile “Çarşılıyız” tavrının temelinde bu kültürün ruhu yatıyor tabii ki.
     Futbol kültürünün, maç izleme ritüellerinin en zengin yaşandığı diğer şehir ise hiç kuşkusuz İzmir. 1912’de Karşıyaka, 1914’te Altay, 1923’te Altınordu ve 1925’te Göztepe kulüplerinin kurulmasıyla futbola merhaba diyor İzmir halkı. Karşı yakalarda bambaşka renklere gönül veren ve farklı kültürü olan takımlar, Alsancak’ta yaşatılan izlenme kültürü ile İzmir her ne kadar İstanbul’un gerisinde de görünse kendine has çok çekici bir kültüre sahip.
     Göztepe bu konuda son 20 yılın en ilginç takımı ve belki de bu yüzden en farklı kültüre sahip takımı. Büyük başarılarla dolu bir tarihin ardından amatör kümeye kadar düşen bir futbol takımı, buna rağmen sevdalarından ve kültürlerinden hiç vazgeçmeyen bir taraftar topluluğu. Semih Kaya anlatıyor; “Her maç sonunda isyan marşı söylenir. Amatöre düşünce 2002’de yazıldı bu marş, haliyle bu duruma bir isyan niteliğinde. Zaten dinlediğinizde mutlaka anlarsınız. Göztepe semtinde Göztepe maçı olduğu gün bulunursanız ruhu biraz daha iyi anlarsınız. Deplasmanlara giderken araçlardaki kültür de çok önemli. Tayfanın seyyarları (büyükleri) en arka koltuğa oturur.  En arka en solda oturan kişi araca sahip kişidir. Herkesi  görebildiği için orada oturur. Deplasmanlara giderken o adamın sözünü dinlemek zorundadır herkes. Kavga anında da, yemek yeme anında da, her anda. Herkesin gidemeyeceği uzak bir deplasman olursa da tayfa arasında para toplar, deplasmana mutlaka ama mutlaka 1 kişiyi gönderir.”
     Futbol aslında pek çok şey gibi Cumhuriyet dönemiyle geldi Ankara’ya. Yıllarca Osmanlı’nın eski başkenti ve gözde İstanbul ile rekabet içinde olmuş, Cumhuriyet’in kurucu eliti tarafından bu şekilde konumlandırılmıştır. Bu rekabet ateşine rağmen amatör ruha sahip Ankara takımları yıllar geçtikçe alt kümelere düşmeye başlamış, 80’lere geldiğimizde ise tek bir takımını birinci ligde tutunduramamıştır. Atatürk’ün doğumun 100.yılında ligde hiçbir başkent ekibi kalmaması Ankaragücü önündeki baskıyı da artıyordu tabii. Tüm çabalara rağmen lige çıkamayan Ankaragücü’nün imdadına dönemin darbe lideri Kenan Evren Türkiye  Kupası ile yetişti. Bu yıl kupayı kazanan Ankaragücü’nün de lig serüveni başladı.
     Cem Ulucan anlatıyor; “Ne yazık ki “Gecekondu” taraftar grubu yüzünden biraz kötü bir izlenimi oluştu taraftarın. Maç öncesi alkol ve esrar tüketimi, çıkan kavgalar ve işsiz güçsüzlerin tribüne dolmasıyla eski havasını kaybetti tribün. Ama bunların dışında özellikle 16.dakikalarda Bursaspor, 26’da da Eskişehir lehine atılan tezahuratlar çok önemli. Artık futbol kültürümüz içinde çok az kaldı böyle dostluk ve kardeşlik bağları. Düşman olmayı daha uygun bulduğumuz bir dönemde her maç yapılan bu marşlar Ankaragücü kültürünün en güzel yanı diyebilirim.”
     Şu anda tüm Türkiye’de maç izlerken yaşatılan hava itibariyle en dikkat çekici ve farklı taraftarlardan biri ise hiç kuşkusuz Gençlerbirliği taraftarı. Ankaragücü taraftarının tam zıddı olarak çoğunlukla emeklilerden, üniversite öğrencilerinden ya da orta sınıf başkentlilerden oluşan Gençler taraftarı takındıkları tavır, maç izlerken yaptıkları tezahurat ve bestelerle çok başka ve istenen yerdeler. Türk futbolunun en belalı sorunlarından olan stat şiddeti ve küfürü göremezsiniz Gençler maçlarında. Türkiye’de maalesef neredeyse tüm statlarda beğenilmeyen hakem kararlarından sonra edilen sayısız küfür yerine Gençlerbirliği taraftarı “Hakem dışarı, hakem dışarı” şeklinde bağırır. Futbolcuların annelerine, kendi kişiliklerine küfür etmek bir oyun gibi algılanırken diğer tribünlerde Gençler taraftarı bunu gülerek “Ooo gerizekalı!” şeklinde gerçekleştirir. İstanbul ve İzmir tribünlerinden kavga haberleri, tutuklama haberleri geldikçe Gençler tribününden Kpss birincileri çıkar. Taraftarlar maç izlerken birbirlerini zorla değil, “Lütfen ayağa kalkar mısınız?” tezahuratları eşliğinde heyecanlandırır. Kültürü, küfüre ve şiddete karşı duruşu, sosyal olaylara yaklaşımı ve keyifli bir maç izleme alışkanlığı ile çok başka bir yerde Gençlerbirliği taraftarı.
     Tüm bunların dışında futbol izleme kültürü için çok önemli bir nokta daha kaldı; “Totem”
     İlkel dönemlerde dünyanın üstün güçlerle dolu olduğuna inanan ve bu güçlerden korunmak, kimi zaman onlara tapmak için yaratılan nesneler olarak karşımıza çıkıyor totem. Zamanla istediğimiz şeyleri gerçekleştirmek için yapmamız gereken ritüellerden tutun nesnelere kadar geniş bir alana yayılıyor. Türkiye’de de daha önceleri “uğur, şans” kelimeleriyle hayat bulan totem artık tüm spor branşlarında ekran karşısında olsun, statta olsun taraftarların göz bebeği. 24 Ekim 2008’de vizyona giren, başrollerinde Tolga Sayışman ve Fahriye Evcen’in bulunduğu Aşk Tutulması filminden sonra totem konusu futbol taraftarları arasında çok daha popüler oldu diyebiliriz.
     Taraftar gruplarının maç izleme kültürleri dışında tabii ki bireysel olarak futbol taraftarlarının da bir maç izleme kültürüne sahip olduğu aşikar. Her maç farklı bir forma giymek, penaltı olduğunda izlememek, deplasman maçlarını izlememek, maçtan önce edilen bazı dualar, totem için takılan aksesuarlar, şanssız olduğuna inanılan insanlarla müsabakayı takip etmemek gibi birçok farklı toteme sahip taraftarlar. Yılın 365 günü konuşulan, gündemi belirleyen ve değiştirebilen bir güce sahip, futbolla ilgili gazetelerin diğer gazete tirajlarını geçtiği bir ülkede insanların sayıca fazla toteme sahip olması da yadırganamıyor tabii.
     Türkiye’de adına sayısız kitap yazılan, makaleler hazırlanan çok geniş bir konu futbol ve onun sahip olduğu kültür. Hal böyleyken kendi içinde çok farklı dinamikleri olan, zaman zaman çok keyifli zaman zaman anlaşılamaz alışkanlıkların görülebildiği çeşitli ve karmaşık bir yapı. İnsanoğlunun diğer canlılardan ayıran önemli özelliklerinden biri yaratmış olduğu değerleri kendisinden sonra gelen nesillere aktarabilme yeteneğidir. Böylece toplumun ortaklaşa yaratmış olduğu semboller bütünü olarak adlandırılan kültür oluşur. Futbol konusunda yaratmış olduğumuz kültür de babadan-oğula, tribünden tribüne ve nesilden nesile zenginleşerek aktarılıyor ve devamı sağlanıyor. Bu konuda kafa yoran ve konuya ilgisi olan herkesin de tek dileği bu kültürün sadece iyi yanlarıyla sorunsuz ve zararsız bir biçimde gelişmesi ve zenginleşmesi elbette. Türkiye’de taraftarlar bunu başarabilecek güce sahip. Yarattıkları bu kültürü geliştirip daha da zenginleştirmelerini an ve an takip etmek ise büyük keyif.
“Bundan sonra İngiltere hudutları dahilinde her kim olursa olsun ayakla vurularak oynanan top oyunu oynamaya kalkışırsa şiddetler cezamandırılacaktır”. Yaklaşık 6 asır önce bu buyruğu çıkaran İngiltere kralı 2. Edward bu kültürün geldiği noktayı görüyorsa bu buyruğundan pişmanlık da duyuyordur heralde.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neyzen

Futbol Da Nesi!